Sokak fotoğrafçılığı
ve süprizleri
Kendimi bildim
bileli sokaklarda fotoğraf çekmeyi seviyor ve tercih ediyorum. Sebebi belki
kendimi daha özgür ve bağımsız hissetmem,
belki de asıl anlatmak istediğim karelerin gerçeği yansıtmasını,
kurgusal olmamasını istememdir. Bunu açıkcası çok da düşünmüş değilim.
İçgüdüsel bir durum halinde sokak fotoğrafçılığı bana keyif veriyor. En azından
şimdilik.
Aslında her işin ya
da her fotoğraf dalının kendince zorluğu
var ancak sokak fotoğrafçılığını daha basit görenler için diyebilirim ki
kesinlikle hiç hafife almayın. Fotoğrafın kendi gibi emek, özveri, zaman ve
refleks isteyen bir dal “sokak
fotoğrafçılığı”
Öncelikle teknik
olarak zorlukları var. Sırtınızda ağır bir ekipman ile kalabalık içinde veya
ıssız ortamda , her an karşınıza neyin çıkacağını bilmediğiniz sokaklarda
düşünsel dikkat kadar fiziksel bir kuvvet de harcıyorsunuz.
Açık havada fotoğraf
çekmek, doğal ışığı kontrol edememek, sokağı paylaştığınız canlıların size veya
kadrajınıza olan tutumunu bilememek ve çoğunlukla müdahale edememek gibi bir
çok ağır yükü var sokak fotoğrafçılığının.
Tüm bunları en aza
indirmek elbette eğitim ya da bilgi kadar deneyimlemekle mümkün oluyor. Sizler
her ne kadar okullu eğitimli olsanız da işi pratiğe dökmedikçe bunu çok fark
edemiyorsunuz. Bu nedenle bol bol sokaklara çıkıp yürümeli, gözlemlemeli ve
fotoğraf çekmelisiniz.
Ben genelde nereye
ne zaman gideceğimi az da olsa planlayarak
sokağa çıkmayı tercih ediyorum.
Elbette hayatın tümünde olduğu gibi her şeyi planlamak
taraftarı değilim. Çünkü bu bazen sizin elinizde olmuyor. Çok güzel bir hava
beklerken ani bir kara bulut olmayan ışık veya yağmur gibi beklenmedik hava
şartlarıyla karşılaşabiliyor ya da çekmeyi planladığınız kadrajı yerinde
bulamayabiliyorsunuz.
Bu bazen bir inşaat
çalışması engeli, bazen o kadrajınızın
önüne park etmiş bir kamyon ya da o nesneyi bulamamanızdan kaynaklanabiliyor.
Işte bu nedenle
çokta fazla plan yapmak yerine kendinizi
sokaklara, onların ruhunun rehberliğine bırakmakta fayda var sanıyorum. Benim
için bir şehri tanımanın en güzel yolunu; sokakları, arasokakları ve graffitileri oluşturur.
Bilenler bilir ki
ben yıllardır graffiti – (sokak resimleri-baskıları) çekiyorum. Öyle ki ilk
zamanlar İstanbul’da bulamayıp sadece (bazılarınız belki hatırlar) “nuri alço”
yazıları dışında graffitiye rastlamıyor bu yüzden de sadece graffiti çekmek
için yurtdışına seyahatler yapıyordum. Ancak son yıllarda graffitilerin inanılmaz derecede artışı en çok beni mutlu
etti. Bunda benim graffiti sergi ve paylaşımlarımın da etkisi olduğunu bizzat
grafiticilerden öğrenmenin haklı mutluluğunu yaşadım.
Mutluluk nedenim
artık sadece onların fotoğrafını çekiyor olmaktan öte, sokakların bu ekspresyonist
(dışavurumcu) tavrını seviyor olmamdan.
Benim
bu sokak fotoğrafçılığı merakım 9
yaşındayken aldığım zenit kameramla başladı ki usta olarak ilk bildiğim Ara
Güler olunca aslında muhabirlikle yakın anlamda olan sokak fotoğrafçılığıda
farkında olmadan başlamış oldu.
Ben
hayatın kendi elinin , ruhunun değdiği doğal an’ları yakalamayı seviyorum. Evet
kurgulamayı değil de gerçek anlamda yakalamayı. Bir balıkçı edasıyla bazen
saatler bekleyip tek kare çekemeden dönerken öyle bir an yakalıyorsunuz ki tüm
güne tüm bekleyişe değebiliyor. Ya da tam tersi hiçbirşey yakalayamadan
dönüyorsunuz.
Önemli
olan herşeyi gelişigüzel çekmek değilse bir balıkçının mersin balığı yakalaması
gibi mutlu olursunuz o özel kareyi çekerseniz.
Bazen
bir sokaktan hızlıca geçerken (bir taşıt içinde) bir kare görürüm. O an durup
geri dönmek ve aynı kareyi yakalamak istesemde bu bazen mümkün olmaz. Böyle
zamanlarda gerçekten inanılmaz derecede üzülür , çoğu kez durup geri dönsemde o
karenin geçmiş gitmişliği karşısında çaresiz yoluma devam ederim. Bu bazen bir
grafitiyse o gece kesinlikle düşünmekten uyuyamam ve sabahın ilk ışıklarıyla
aynı yere gider bulur ,çeker ve ondan sonra rahat bir nefes alırım. Bu biraz
hastalıklı bir durum gibi görünebilir ama benim için yaptığım şey gerçek
anlamda çok sevdiğim ,ciddiye aldığım ve tutkuyla aşık olduğum bir durum.
Sokak
fotoğrafçılığıda kendi içinde bölümlere ayrılabilir. Mekanlar ve içindeki figürler,
sokaktan portreler, sadece mimari öğleri
yansıtan sokak fotoğrafları, dönemi, bölgeyi, o an ki toplumsal olayları
anlatan kareler gibi birçok farklı unsuru içinde barındırır , foto muhabir
kareleri tadındadır. . Sokak portrelerinde genelde benim yaptığım gibi gizli
çekimler olabileceği gibi( yüzleri belirgin değildir ), kişilerden izin alıpta
çekimler yapanlar olabilmektedir. Ama ben izin alınıp çekilen kareleri yine de
doğal bulmuyor ve pek te yakalamış tadı almadığımdan tercih etmiyorum. Ancak
kişiyi tanıtıcı teknikte yüzü belirgin bir çekim olacaksa ve bu fotoğraf
kullanılacaksa zaten etik olarak (yazılı) izin almak gerekiyor.
Artık
teknoloji oldukça gelişti. Kameralar küçüldü, lensler hafifledi. Bu nedenle
sokaklarda biraz daha rahat dolaşmak ve fotoğraf çekmek mümkün. Yinede sizzler
benim gibi eskiyi kolay kolay terkedemiyorsanız en az 2 kamera ya da 2
objektifle sokağa çıkmalısınız. Çok
klasik olacak belki ama biri tele , diğeri geniş açı lens olmalı.
Yine
de bu konuda her fotoğraçının kendi seçimi ve tercihi olmalı düşüncesiyle size
özgür bırakıyorum.
Benim
için teknik kısımdan çok (çünkü bunu her fotoğrafçı zaten biliyor) biraz daha
fotoğrafa nasıl yaklaştığınız, sanatsal yönüyle ne kadar ilgilendiğiniz kısmı
ilgilendiriyor. Ne yazık ki çevremde çoğunlukla gördüğüm aynı karelerden oluşan
sokak fotoğrafları. ışık ve diyafram, enstantane, hangi lens, hangi kamera
olduğu değil benim o fotoğrafa
baktığımda ilk gördüğüm şey fotoğrafın ruhu. Beni nasıl etkilediği,
komposizyonu, kadrajı nasıl oturttuğu, anlatmak istediği, ve ne kadar
anlatabildiği oluyor. Bu artık reflex halde istemdışı yaptığım biro lay ne
yazık ki. Hergün yüzlerce farklı kişiye
ait tüm dünyadan fotoğraf örnekleri görüyorum. En güzeli tüm bunları kendi
özgünlüğünüzü bozmadan okuyup inceleyebilmek.
Örneğin
ben artık aynı kişi portreleri, ağlayan sümüklü çocuk, zavallı edası
verdirilmiş yaşlı teyze , yine zavallı sokak kedisi fotoğrafları ya da son günlerin popular yanlış kullanım
hdr fotoğraflarını görmekten gerçekten feci derece de bunalmış durumdayım ki
zaten bi saniyeden fazla bakamıyorum.
Elbette
sokak fotoğrafçılığında karşımıza her türlü “an” çıkabiliyor. Zaten bu fotoğraf
bölümünün en güzel yanı da bu süprizleri. Bazen çok keyifli ve ilginç bir
sohbetin içinde buluveriyorsunuz kendinizi, bazen bir festival, bir gösteri,
bir düğün, ilginç hikayelerle dolu bir yaşam içinde, bazen o sokak tüm
binalarıyla size konuşuyor eskiyi, bazen neşeli çocuk gülüşlerinde onların
oyunlarına ortak oluyorsunuz, kimi zaman üzerinize doğru gelen çamurlu bir top
görüp ardında çocuk seslerinin abla (abi) topa vursana sesiyle irkilip o topu
kurtarma çabasıyla çektiğiniz kareyi kaçırıyor ama onların mutlu gözlerine
değerdi diyorsunuz.
Ben
yıllardır birçok ülke bir çok şehir sokaklarında, o şehrin ruhunun rehberliğine
teslim ettiğimde kendimi sayısız böyle güzel süprizle karşılaştım. Hiç
tanımadığım evlere de konuk oldum, dilini anlamadığım çocukların oyunlarına da.
“sokakta hayat var” yazan bir
graffiti çekmiştim yıllar önce. Ne güzel de yazılmış anlatılmıştı. Hayat
gerçekten sokaklarda ve gerçekten oralarda güzel.
Çok
zor ama çok keyifli sokak fotoğrafçılığı. Ama sorumluluğu, yükü de ağır. Her
işi severek ve ciddiye alarak yapmalı. İşte tam da bu nedenle lütfen kameranızı
alıp kendinizi sokağa attığınızda biraz düşünün, belki de siz başka bir konunun
fotoğrafçısı olmalısınız. Herkes sokak fotoğrafçısı olmak zorunda değil.
Kendinizi en iyi ifade ettiğiniz yönü bulun ve orada sadece kendiniz olarak,
ama hep okuyup,gelişerek varolun.
Sokak
fotoğrafçılığı hakkında yazılacak çok şey var. Bunlara bir sonraki yazımda
değineceğim
O
bölüme kadar ,
ışık
ve sevgiyle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
tüm soru ve yorumlarınız için lütfen yazın .