27 Ekim 2014 Pazartesi

TOSCANA notları






İtalya benim ikinci  memlekettir ve kendimi en iyi hissettiğim ülke. Tüm yaz herkes tatildeyken evde oturup çalışan ben, eylülde artık dayanamayıp kendimi ödüllendirmek istedim ve hem ani Londra programım nedeniyle hem de İtalya’nın vermiş olduğu rahatlıkla plansız programsız ve acillerde extra vitaminli serumlar alarak yola çıktım.
Bu seyahatimde tek planladığım rotalarımdı.
İstanbul - Bologna - Floransa- Siena- Pisa- Luca - Verona - Bologna - İstanbul. Böyle geniş bir çember ( hatta kalbe benzer) çizecektim.
Son gün back-up travel’ın müdürlerinden sevgili Tangül’ün bana gönderdiği önemli başlıklardan oluşan görülmesi gereken yerler çıktısını da yolda okurum diye çantama atıp sabah yola koyuldum. Hayatımın en küçük valizi ve ekipman çantasıyla.
Bu seyahatleri başlıklar halinde sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Ama öncesinde bu geniş çember Toskana bölgesi hakkında biraz genel bilgi vereyim.

Toskana, (İtalyanca: Toscana) İtalya'nın 1934 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden birisidir.
İdare merkezi Floransadır. Dünyaca ünlü Pisa Kulesi Toskana'nın Pisaşehrindedir.Toskana'nın en büyük kenti olan Floransa İtalyan Rönesans'ının merkezi sayılır.
Toskana, manzarası ve güzel sanatlara ait olan miras yönüyle tanınır. Altı Toskana bölgesi Floransa tarihi merkezi (1982), Siena tarihi merkezi (1995),Pisa Katedrali alanı (1987), San Gimignano tarihi merkezi (1990), Pienzatarihi merkezi (1996) ve Val d'Orcia (2004) yıllarında  UNESCO koruması altına alınmıştır.

Toskana İtalya'nın merkez bölgesi olup, kuzeyde Emilia-Romagna, kuzey-batıda Liguria, batıda Tiren Denizi, doğuda Umbria veMarche, güney-batıdaLazio ile sınırdır. Topraklarının üçte ikisi tepelik ve dörtte biri dağlıkdır. Geri kalan kısımlar ise Arno Nehri'nin şekillendirdiği vadideki düz ovalardır. (vikipedi)


*Toscana bölgesine ait arma 



Bölgeye ait kısa bir bilgi verdikten sonra şimdi sırası ile seyahatime ait notları sizlerle paylaşabilirim. ilk olarak bu rotamın başlangıç ve bitiş noktası olan şehir Bologna'dan başlayayım. 

*Toscana bölgesine ait bayrak 
BOLOGNA :
"Kızıl Şehir" olarak da anılan Bologna, Orta Çağ mimarisinin birçok örnekleriyle doludur ve ismini de binaların çoğunun kırmızı tuğlalı olmasından almıştır. Aynı zamanda "Bolonez sos" adını bu şehirden almıştır.
Şehir ayrıca lâkabındaki "kızıl"a da gönderme yapılabilecek düzeyde solcubir şehir olmasıyla tanınır. 1088'de kurulan üniversitesi, Avrupa'nın en eski üniversitesi olarak bilinir. DanteErasmus ve KopernikBologna Üniversitesi'nin ünlü öğrencilerinden bazılarıdır.
Bologna, sık sık üst şehirlerden biri olarak sıralanır, İtalya'daki yaşam kalitesi koşullarında: Bologna 2006 yılında 5nci ve 2007 yılına ise 12nci olup; 103 İtalyan şehrinin dışındadır.[2] Bu durum onun, kuvvetli endüstriyel geleneği, hayli gelişmiş geniş sosyal hizmet alanı ve onun ülke içindeki çok önemli transit ve demir yollarının çapraz noktada bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Diğer bir özelliği de İtalya gibi futbol fanatiği bir ülkede basketbola olan tutkusudur. Devamlı Euroleague'de oynayan iki önemli basketbol takımına sahiptir. (wikipedia)

Sabahın oldukça erken bir seyahatinde oldukça yorgun ve hasta olarak uçağıma biniyorum. Detaylarla size sıkmayacağım ama bilinki evden çıkışım da uçakta yolculukta aslında her zamanki gibi  başlı başına birer güzel hikaye.
Yaklaşık 2 saat sonra Kızıl şehir bologya ya inip önce yanımdaki koltuk arkadaşlarımla bir hoşbuldum kahvesi içiyoruz havaalanında sonra taksiyle şehir merkezi tren istanyonu ve ordan arkadaşlarım Floransa ya giderken ben iki gün sonra görüşürüz deyip taksiyle istasyona 5 dk uzaklıktaki otelime varıyorum. Aslında bu hayatımda bir ilk. Çevremdeki gezgin grupların etkisiyle ( sırtçantalı tarzı super gezgin gruplar) ben de şu hostelleri deneyeyim deyim son dk merkeze yakın diye bir hostel seçiyorum. Bakalım kötü bulursam gider 4 yıldız klasiğimi yaparım nasılsa diyerek giriş yaparken odamın karma yatakhane oluşun duymak yüzümde tuhaf şekillere sebep oluveriyor bile. Burası bence olabilecek en iyi hostel. Öncelikle inanılmaz merkezi bir yapıda ve benim için önemli olanı zaten bu özelliği. Ayrıca çok katlı, çok büyük ve yurtlara benzer bir kurulmuş düzeni var.
Yine de tüm bunlar şaşkınlığıma neden oluyor. Çünkü alışık olmadığım bir seyahat içindeyim. Çantalarımı taşıyan yok, alıştığım lüks yok ve odada internet yok, banyo yok…
Odama girdiğimde 4 yatak bir lavobo “eyvahlar olsun bu ne şimdi” dedirtirken o içimdeki herşeyde bi güzeli, keyfi bulan benim tatlış MEY kafam “hadi bakalım yeni bir deneyim eğlenceli olacak yine” diyor. Oda arkadaşım 1 tane şimdilik ama cinsiyeti hakkında fikrim yok. Gece karşılaşana kadar da olmayacak.
Yorgunluk ve hastalığın verdiği rehavetle 2 dk diye uzandığım yatağımda internete bağlanmaya çalışıp ilk selfimi bir belirteç gibi instagrama yüklüyorum. Fonda İtalyan işi yatak örtüm, şehre ait airporttan aldığım haritam ve yoldaşım Küçük Prens J
Biraz daha dursam uyuyup kalırım korkusuyla son gücümle kalkıp kilitli dolap olmadığından tüm önemli eşyalarımı yanıma 2 çanta olarak alıp şehirle tanışmaya çıkıyor, kendimi bu ortaçağ şehrinin güzel sokaklarına bırakıyorum. Kaybolmak gibi bir korkum yok, hiç olmadı bu ülkede hiç. Kaldı ki olsam bile Bologna bir günde yürüyerek bitebilecek kadar küçük bir şehir.
Şehir gerçekten kızıl, tüm binalar tüm sokaklar başkalarına kasvetli gelse de ben sevdim Bologna’yı. Tüm kaldırımlar üstü binaların sütunlarla oluşturduğu yüksek koridorlarla kapanmış durumda. Kemeraltı yani porticoların altında yağmur yağsa bile rahatça yürünebiliyor ancak bu aynı zamanda karanlık bir hava da yaratmakta.
Şehir kızıl rengiyle bana FAS’ın Marakesh şehrini anımsattı.
İlk gün Piazza Maggiore yi görmeye gittim. Şehrin ortasında ve en geniş meydanı, eskiden Pazar yeri olarak kullanılırmış. Kelime anlamı da asıl meydan olan bu geniş alan gerçekten hem popüler hem muhteşem. Fontana di Nettuno (Neptün çeşmesi), belediye binası gibi pek çok tarihi bina ile çevrili bu meydan çevresinde daha fazla dayanamayan bedeni dinlendirmek için bir rest. Oturup bir şeyler yiyorum. Aslında günün bu saatinde güzel restoranlar maalesef kapalı. Burada İstanbul’daki gibi 7-24 açık yerler bulmak mümkün değil. Akşam yemeği için açık oluyorlar ve 7-8 den önce servis başlamıyor. Hatta bu saatlerde aperetivolar var ve içki ile tadımlık bir şeyler atıştırılıyor ana yemek sonrası başlıyor. Bu nedenle ben basit bir pizza ve taze meyve suyu ile güç depoluyorum. Sonra nefis bir kahve ve bardan istediğim sıcak su içine yanımda getirdiğim nane limon çayımı ve ilaçlarımı da alıp şehri gezmeye devam ediyorum.
Meydana yakın (ki bu şehirde uzak kavramı yokmuş öğrendim) gotik mimarisi ile (içi özellikle) benim kiliseme benzettiğim ( s. Antuan - beyoğlu) Basilica San Petronio’a varıyorum. Dünyanın 5. Büyük kilisesi 1390’larda inşa edilmiş. Casablancada dünyanın en büyük 2. Camisi ve 5. Büyük kilisesi ne güzel ortak şeyler yakalıyorum. İki kızıl şehir ve iki farklı kıta, iki farklı din vb..)
Sırada şehrin güzel ikiz kuleleri var. Asinelli kuleleri ( torre degli asinelli) yanyana ve günümüze kalmış iki yüksek kule. Birisi eğilmiş ve kapalı (Garisenda), diğeri ise  hala girmek ve tırmanıp şehre yukarıdan bakma imkanınızın olduğu Asinelli kulesi ki bu çok daha yüksek.. Elbette tüm sağlık ve yorgunluk sorunlarıma rağmen içimde karşı konulamaz bir güçle biletimi alıp (6 euro) yukarıya tırmanışa başlıyorum. Daracık karanlık ve çok eski merdivenler aynı zamanda çok dik ve basamakları yılların verdiği anılarla aşınmış durumda. Oldukça kaygan ve tehlikeliler. Yükseklik korkum, aldığım ilaçlar, uykusuzluk ve sırtımdaki ve önümdeki ağır çantalar ve kamerayla birkaç basmakta bile zorlanıyorum. Aşağıya baktığımda başım dönüyor. Üstelik benim merdiven fobimde var . ve döne döne karanlık dar eski ahşap yamuk 498 basamak çıkmak inanın hiç ama hiç kolay değil. Hele benim durumumdaki birine. Bitmek bilmiyor ve tek tesellim aralardan gördüğüm eşsiz manzara. Ancak o ara pencerelerden bir de korkunç rüzgar esmekte ve ben gerçekten her an bayılmanın kenarında yukarı doğru yürürken yalnızlığıma; sol elimde sıkı sıkı tuttuğum küçük prensim yetişiyor ve “az kaldı Mey, dayan Mey” hatta güldürmek için “diren Mey” diyerek  destek oluyor.
Sonunda 498 basamak çıkılıyor (97.20 mt) ve gördüğüm manzaraya elbette değiyor. Rüzgar beni uçurdu uçuracak. Soluklanıp  selfiler, instagrama videolar çekiyorum ve bol bol fotoğraf. İnişin de ayrı bir zor olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Şimdi diğer şehirlere de yer verip sizleri uzun uzun notlarımla sıkmamak için hemen nereleri görün, nerelerde yiyin-için onları özetleyeyim.

MEY’e göre görülecek yerler

*Piazza Maggiore
*Basilica San Petronio
* Torre Degli Asinelli
* Basilica San Stefano (gördüğüm en güzel kiliselerden. Üçgen halinde meydanı kaplıyor ve 7 kiliseden oluşuyor. Roma döneminden kalmış ve en iyi korunmuş yapısıyla tam bir zamanda yolculuk yaptırıyor size.)
*Pinacoteca Nazionale
* Bologna Tarih Müzesi(pazartesi kapalı)
*Morandi Müzesi( Museo Morandi) ( muhteşem bir müze)
*Mambo (Çağdaş Sanatlar Müzesi)
*Margerita Bahçeleri (Giardini Margherita)
*Montagnola Parkı (Parco Montagnola – içinde güzel köprüsü ile 17. yy dan beri korunuyor)
*Orto Botonico (16.yy)
*Certosa Di Bologna (villa delle rose ve içinde en büyük şehir mezarlığı da var)


Gece hayatı oldukça renkli çünkü burası tam bir öğrenci cenneti. Dünyanın her yerinden üniversite eğitimleri için gelen gençler de rengarenk kültür çeşitliliğini gece eğlencelerine de yansıtıyor.
Ben 16.yy kalma kilise içine kurulmuş Le Stanze ye bayıldım. Dekorasyonu, müzikler, farklı kokteyleri ve akşam 18- 21 arası açık büfe aperitifleri ile harika.

*zanari  : Bologna nın en snob barlarından biri.
* osteria del sole : 15. yy dan beri içki servisi yapılıyor desem ? Kesinlikle gerçek ve o derece otantik.
* bar wolf : 1960 lardan beri açık olan bu bar da folktan indie ye rock tan experimental funk a pek çok canlı müzik grubu sahneye çıkmış.
* cantina bentivoglio : şarap evi – restorant ve caz müzik konserlerinin ev sahibi. Nefis....
* kinki : elektronik müzik ve video Showlarla öğrencilerin çılgın mekanı ki 1950 lerden beri böyleymiş.
*link : tekno ve elektronik müzik 22 de başlayan canlı müzikle sabah 5 e kadar sürüyormuş ama ben elbette o kadar kalamadım.
* covo club : oldies, rock- punk ile sabahlamak isteyenlere harika bir mekan
*matis : profesyonel dansçılarla yerel müzik ve dj ler eşliğinde dans etmeyi sevenlere
*estragon : eski bir hangar içinde kurulmuş bu club hergün rock gruplarının canlı performansına sahne oluyor.
Şimdi yapmanız gereken bu güzel kızıl şehre gelip, bol bol pizza, kahve ve bolognase soslu pastalar yemek ve Toscana şaraplarıyla gecenize keyif katmak olmalı. Elbette bu MEY önerileri umuyorum işinize yarar. Ama bence bunları  not alın ve yapın. Ve sonra benim içinde bir kadeh kaldırıp fotoğrafınızı paylaşın.
Devamı bir sonraki yazıda...

498 basamak çıktığım merdivenler

şehrin merkez haritası, haritasız olmaz

bir MEY klasiği mazgallar ve şehir izleriyle papişlerim

İtalyan kahvaltısı

iyi ki bu çaylardan son dk yanım aalmışım. hastalığı atlatma yolları volume 2

kulenin tepesinde manzara böyle ama bakmayın gülümsediğimi bitmiş haldeyim

inişte kendime en sevdiğim ödülü veriyorum ve kulelerin hemen yanında köşedeki nefis dondurmacıda bir il gelato ısmarlıyorum kendime. adı ise pek anlamlı. "çok yorgunuz" adlı dondurma :)

Le Stanze adlı nefis bar da akşamın tadını çıkarığ yorgunluk atıyorum. elbette güzel içkiler ve kokteyler eşliğinde

bologna tren istasyonu oldukça önemli. heryere buradan ulaşabiliyorsunuz. Floransaya gitmek üzere sabah trenini bekleyen MEYin iphone fotoğrafı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

tüm soru ve yorumlarınız için lütfen yazın .